Sosyal bilimler ile doğa bilimleri arasındaki fark nedir ?

Yaren

New member
Sosyal Bilimler ile Doğa Bilimleri Arasındaki Fark Nedir? Akıl mı, Kalp mi, Yoksa Her İkisi mi?

“İnsan davranışlarını incelemek neden fizik yasalarını çözmek kadar saygın sayılmasın ki?” diye sormuştum bir arkadaş grubunda. Sessizlik olmuştu. Kimi omuz silkti, kimi gülümsedi. O an fark ettim ki, çoğumuz bilimi ikiye bölüp birbirine rakip hale getiriyoruz: doğa bilimleri bir “kesinlik alanı”, sosyal bilimler ise “yorum alanı” gibi algılanıyor. Ama gerçekten öyle mi? Gelin bu konuyu tarihsel, toplumsal ve insani bir bakışla birlikte irdeleyelim — çünkü bu ayrım, sadece akademik değil, insanlığın düşünme biçimini de şekillendiriyor.

---

Tarihsel Köken: İnsan Doğayı Anlarken, Doğa da İnsanı Gözlüyordu

Bilim tarihine baktığımızda ayrımın kökeni 17. yüzyıla, Descartes ve Newton dönemine kadar gider.

- Doğa bilimleri, gözlem ve deney yoluyla evrensel yasaları bulmayı hedefliyordu. Newton’un hareket yasaları, evrendeki düzenin matematiksel olarak açıklanabileceğini göstermişti.

- Sosyal bilimler ise bu “yasallık” fikrinden ilham aldı ama farklı bir yöne evrildi. Auguste Comte, 19. yüzyılda “pozitivizm” felsefesiyle, insan toplumunun da tıpkı doğa gibi incelenebileceğini savundu.

Ancak zamanla fark ortaya çıktı:

Doğa bilimleri, nesnel gerçekliği ölçerken; sosyal bilimler, insan deneyimini anlamaya çalışıyordu.

Bir fizikçi düşen elmanın hızını ölçerken, bir sosyolog aynı elmayı neden paylaştığımızı ya da neden kıtlıkta daha değerli hale geldiğini soruyordu.

Yani biri “ne oluyor?”u açıklarken, diğeri “neden böyle oluyor?”u anlamaya çalışıyordu.

Bu fark, yalnızca yöntem değil, amaç farkıydı.

---

Erkeklerin Stratejik Bakışı: Kesinlik, Sonuç ve Ölçülebilirlik

Forum tartışmalarında dikkat çeken bir şey var: erkek üyeler genellikle doğa bilimlerini “güvenilir”, sosyal bilimleri ise “yoruma açık” olarak tanımlıyor.

> “Doğa bilimi veriye dayanır, insan yoruma.”

> “Sosyoloji güzel ama matematik gibi kesin olamaz.”

Bu yaklaşımın altında yatan şey, kontrol etme ve öngörme arzusudur. Erkeklerin bilimsel düşünceye tarihsel katkısı da genellikle bu yöndedir: sistem kurmak, sonucu ölçmek, teoriyi test etmek.

Örneğin, 20. yüzyılın başındaki endüstri devriminde mühendislik ve fizik temelli yaklaşımlar, toplumların üretim biçimlerini dönüştürmüştü.

Ancak bu “stratejik” bakış, bazen insan unsurunu geri plana atabiliyor.

Bir ekonomist büyüme oranlarına bakarken, o büyümenin toplumda kimleri dışladığını çoğu zaman görmez.

Bu nedenle doğa bilimlerinin analitik gücü, ancak sosyal bilimlerin insan merkezli duyarlılığıyla birleştiğinde tam anlamına ulaşabilir.

---

Kadınların Empatik Yaklaşımı: İnsan, İlişki ve Anlam Arayışı

Kadın katılımcıların yorumlarında ise farklı bir ton hissedilir:

> “Doğa bilimi dünyayı açıklar, sosyal bilim insanı anlar.”

> “Biri dengeyi kurar, diğeri dengeyi korur.”

Bu ifade biçimi, duygusal zekâ ve topluluk bilinci üzerine kuruludur. Kadın araştırmacıların sosyal bilimlerdeki ağırlığının artması da bu yüzden tesadüf değildir.

Örneğin, Carol Gilligan’ın 1982’de yayımlanan “In a Different Voice” adlı çalışması, etik ve psikoloji alanında kadınların ilişkiselliğe dayalı düşünme biçimini bilimsel bir çerçeveye oturtmuştur.

Kadınların bakış açısı, “ölçülemeyen ama hissedilen” değerleri anlamaya yöneliktir:

Topluluk dinamikleri, aidiyet duygusu, sosyal adalet, duygusal refah…

Bu yaklaşım, bilimin sadece soğuk bir denklemden ibaret olmadığını hatırlatır.

---

Yöntem Farkı: Deney mi, Yorum mu?

Doğa bilimleri nedenselliğe dayanır. Deney yaparsınız, aynı koşullarda aynı sonucu alırsınız.

Sosyal bilimler ise anlamaya dayanır. Çünkü insan davranışı, kültür, zaman ve toplumsal bağlama göre değişir.

Bir örnekle açıklayalım:

- Fizikte su 100°C’de kaynar. Nerede olursanız olun bu kural sabittir.

- Ama bir toplumda “öfke” 100°C’ye ne zaman ulaşır, bunu ölçmek mümkün değildir. Çünkü kültür, değerler ve bireysel geçmiş devreye girer.

Yani doğa bilimi dış dünyayı düzenler, sosyal bilim iç dünyayı çözümler.

Bu nedenle sosyal bilimlerin “bilim sayılmaması” eleştirisi temelsizdir; sadece kullandığı araçlar farklıdır.

---

Bugün: Bilimler Arası Sınırlar Neden Bulanıklaşıyor?

21. yüzyılda artık saf bir doğa bilimi ya da saf bir sosyal bilim kalmadı.

Ekonomistler veri bilimi kullanıyor, psikologlar nörobiyolojiye başvuruyor, biyologlar toplumsal davranış modellerinden ilham alıyor.

Örneğin “nöroekonomi” ya da “davranışsal biyoloji” gibi alanlar, bu iki bilimin birleşiminden doğdu.

Bu da bize şunu gösteriyor:

İnsanlık artık doğayı anlamadan kendini, kendini anlamadan doğayı kavrayamıyor.

Yani sosyal bilimler “neden”i, doğa bilimleri “nasıl”ı açıklıyor;

ve ikisi birlikte, insanın bütüncül bilgisini oluşturuyor.

---

Ekonomi, Kültür ve Bilim Arasındaki Etkileşim

Doğa bilimleri teknolojiye, teknoloji ekonomiye, ekonomi de topluma yön verir.

Ama bu zincirin sürdürülebilir olması için sosyal bilimlerin dengeleyici etkisi gerekir.

Örneğin yapay zekâ gelişmeleri fizik ve matematik temellidir; ancak etik sorunları çözmek sosyolojinin, psikolojinin ve felsefenin işidir.

Ekonomist Joseph Stiglitz’in de dediği gibi:

> “Bilim sadece neyi yapabileceğimizi değil, neyi yapmamamız gerektiğini de öğretmelidir.”

Bu nedenle sosyal bilimler, doğa bilimlerinin vicdanı gibidir.

Biri “nasıl?” derken diğeri “neden?” ve “ne kadar doğru?” diye sorar.

---

Gelecek: İki Bilimin Dansı

Geleceğin dünyasında bu iki alanın sınırları tamamen iç içe geçiyor.

Yapay zekâ sosyolojiyi anlamadan insan davranışını taklit edemiyor.

İklim bilimi, ekonomik ve kültürel etkenleri hesaba katmadan çözüm bulamıyor.

Bu yüzden yeni nesil eğitim sistemleri artık “STEM”den “STEAM”e evriliyor — yani bilim, teknoloji, mühendislik ve matematiğe sanat ve insan bilimi ekleniyor.

Yani insanlık fark etti ki, bilgi duygudan, duygu bilgiden koparsa ilerleme eksik kalır.

---

Forum Tartışmasına Davet: Peki Sizce Hangisi Daha Etkili?

Sizce bir ülke gelişmek için önce doğa bilimlerine mi, yoksa sosyal bilimlere mi yatırım yapmalı?

Bir fizikçi ile bir sosyolog aynı topluma baksa, hangisi gerçeğe daha yakın olurdu?

Ve en önemlisi — insanı anlamadan doğayı, doğayı anlamadan insanı çözmek mümkün mü?

Bu soruların kesin bir cevabı yok; ama belki de bilimin özü zaten budur: merak etmek, sormaktan vazgeçmemek.

Forumda sizden duymak isterim — sizce bilimin kalbi nerede atıyor: laboratuvarda mı, yoksa insanın hikâyesinde mi?

---

Kaynaklar:

- Comte, A. (1842). Cours de Philosophie Positive.

- Gilligan, C. (1982). In a Different Voice: Psychological Theory and Women's Development.

- Stiglitz, J. (2010). Freefall: America, Free Markets, and the Sinking of the World Economy.

- OECD (2022). Interdisciplinary Research and Innovation Report.

- Descartes, R. (1637). Discours de la Méthode.

- UNESCO Science Report (2021). The Race Against Time for Smarter Development.